300 Bin Yıllık Dünyanın En Güzel Şehri: İstanbul
İçindekiler
Evet, oluşumu, bugüne gelişi 300 bin yıl süren bir tarihe sahip ve dünyanın en güzel şehri olarak nitelenen Aziz İstanbul’u ilk gününden bugününe anlattığımız yazımıza hoş geldiniz. Lafı çok uzatmadan hemen anlatmaya geçelim. Yalnız baştan söyleyelim bu yazımız, alışık olduğunuz diğer şehir tarih yazılarımızdan biraz daha uzun olacak. Ancak yine de herhangi bir tarih dersi niteliği taşımayacak. Sıkılmadan, gönül ferahlığı ile okuyacağınız bir yazı olacak, söz.
İlk olarak şehrin isminin etimolojisine bakalım. Tarih boyunca pek çok farklı ismi olmuş İstanbul’un. Bunlardan bilinen ilki ise Bizantion. Sonra Augusta Antonina ismini almış, daha sonraki yıllarda ise Nova Roma… Aradan geçen yıllarla birlikte yeniden ismi değişen şehir Konstantinopolis'miş bir ara, Konstantiniyye olmuş nice sonra. Ardından İslambol denmiş buraya ve bugünkü ismiyle İstanbul oluvermiş sırasıyla.
Bu arada ufak bir bilgilendirme notu daha düşelim. Tarih boyunca farklı medeniyetlerde bambaşka isimlerle de anılmış bu şehir. Bunlara örnek olarak Moğolların söylediği Çakduryan, Polonların andığı Kanatorya, Çeklerin tabiri Aylana ve Macarların Vizenduvar isimlendirmelerini verebiliriz. Korkmayın! Bu isimlerden sınava tabii tutulmayacaksınız. Ve pek tabii yazımızın devamında da mesela Vizenduvar demeyeceğiz bu şehre. O yüzden de ezberlemenize gerek yok.
Bu şehrin geçmiş dönem isimleriyle ilgili sayısız anlatım var. Ama biz ismine değil kendisine, tarihinin taa ilk dönemlerine gidip sonrasında da adım adım bugünlere ulaşacağız şimdi.
İstanbul’un İlk İnsanları
İstanbul’un bilinen ilk insanları, bugün Küçükçekmece Gölü olarak bilinen suyun hemen kenarında bulunan Yarımburgaz Mağarası’nda yaşamış. Yapılan kazı çalışmaları bu kişilerin Neolitik Çağ olarak da isimlendirilen Yeni Taş Çağı’nda, yani milattan önce 8000 ile 5500 yıllarda yaşadığını göstermiştir. Hatta ve hatta Dudullu ve çevresinde yapılan çalışmalarda, bu şehirde Paleolitik Çağ’da yani bundan tam 2 milyon yıl önce başlayıp 12 bin yıl önce son bulan bir zaman diliminde yapılmış aletlere bile rastlanmış.
Tamam tamam, bu birazcık fazla eski oldu. Hadi, azıcık daha günümüze doğru gelelim.
Bizantion Dönemi
Birazcık günümüze geleceğiz dedik, hemen bugüne varacağız demedik. Hala Cilalı Taş Devri’nde, milattan önce 6500 yılları civarındayız. Özellikle yapımına 2008 yılında başlanan İstanbul Metrosu’nun kazı çalışmaları sırasında bulunmuş olan bu devre ait arkeolojik bulgular, bu şehrin kadim geçmişinin bir göstergesidir. Ayrıca Fikirtepe ve çevresinde yapılan başka kazılarda da yine milattan önce 5500 yıllarına ait bulgulara rastlanmıştır. Peki, nedir bu Bizantion? Hemen ondan da bahsedelim.
Biraz önce de dediğimiz gibi aslında Bizantion, İstanbul’un bilinen ilk adıdır. Ayrıca bu dönemlerdeki şehir de bugün Topkapı Sarayı’nın bulunduğu yerden Boğaz’ın güneybatısına ve Haliç’ten Marmara Denizi’ne kadar olan kısmı kapsayan bir yapıdadır.
Bu arada bu kadar eskiye gitmişken Traklar’dan bahsetmeden olmaz. Türk okuyucularımıza bu isim büyük ihtimalle Trakya’yı çağrıştırmıştır. Hakları da vardır. Çünkü Traklar, ilk olarak antik çağlarda Trakya ve çevresinde var olmuşlardır. Milattan önce 13’üncü yüzyıla gelindiğinde ise 200 yıllık Semistra isimli kenti İstanbul’un yakınlarına kurmuşlardır.
Daha sonraki zamanlarda anlatıldığı üzerine Kral Lygos zamanında Sarayburnu ve etrafına bir Akropolis, yani tepelerin başında kurulan bir hisar kurulur. Milattan sonra 685 yılına gelindiğinde ise Yunanistan’ın Attika bölgesindeki antik bir kent olan Megara’dan Yunanlar şehre gelir ve burada bir koloni kurar. Milattan önce 667 yılında ise böylelikle Kral Byzas’ın bu şehirdeki hakimiyeti başlar. Bu hakimiyetle birlikte de Bizantion kurulmuş olur.
Haliyle İstanbul artık Roma İmparatorluğu hakimiyetindeydi ve kısa bir süreliğine de olsa Roma İmparatoru Septimius Severus, bu güzeller güzeli şehre çok sevdiği oğlunun ismini verdi. Böylelikle İstanbul da bir süreliğine Augusta Antonina olarak anıldı.
Zaman geçti, tarih sayfaları milattan sonra 306 yılını gösterdi. Bu sefer de Bizans İmparatoru I. Konstantin oluverdi. Ardından da önce şehri Bizans’ın başkenti ilan etti, sonrasında da ismini değiştirerek buraya Nova Roma dedi. Ancak bu isim halk tarafından pek benimsenmedi. Bu yüzden de imparatorun ölümü ardından şehrin ismi Konstantinopolis'e çevrildi.
Bizans’ın Başkenti: Konstantinopolis
Evet, işte artık tamamen milattan sonrasına geldik. Hatta 300 küsur yıl ileriye bile gittik. Bu şehir artık Bizans’a ait ve onun başkenti. Biraz önce Konstantinopolis oldu şehrin ismi demiştik. Her geçen gün daha fazla gelişen ve bir ticaret merkezi olan şehrin bu isminin anlamı "Konstantin'in şehri" manasındadır.
Bahsettiğimiz bu dönem milattan sonra 324 ile 1453 yılları arasını kapsar. O yıllar içerisinde sayısız kuşatmaya da uğrasa, hatta Bizans ikiye ayrılıp Doğu ve Batı Roma da olsa bu şehir asla önemini yitirmez. Hatta tam aksine, gün geçtikçe değerlenir. Diplomasinin, kültürün ve ticaretin de başkenti oluverir. Su sarnıçları yaptırılır bu zaman zarfında şehre. Sayısız anıt, tarihi ve kültürel değerdeki eser de eklenir. Hatta bugünkü Sultanahmet Meydanı bir hipodroma dönüştürülür ve burada dönemin imparatorlarını onurlandırmak adına atlı arabalarla gösteriler düzenlenir. Askerlerin görkemli geçiş törenleri de yine burada gerçekleştirilir. Bu arada I. Konstantin’in ölümünden birkaç gün önce Bizans, Hristiyanlık dinini benimser. Öncesinde Paganizm inancına sahip olduklarından dolayı bu geçiş süreci Hz. İsa’nın doğumundan yaklaşık 300 yıl sonrasına denk gelse de bu tarihten sonra Bizans neredeyse tamamı Hristiyan olan bir ülke halini alır.
Derken, zaten doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrılan ve artık Roma olarak anılan Bizans’ın Batı Roma’ya dönüşen kısmı 476 yılında dağılır. Bu olaydan sonra da Batı Roma halkının hatırı sayılır bir kısmı Konstantinopolis’e göç eder. Ancak kaynaklar yetersiz kalır ve bir süre sonra, tarih sayfaları 543 yılını gösterdiğinde, şehirdeki nüfusu yarı yarıya düşüren veba salgını patlak verir. Neredeyse her iki kişiden birinin öldüğü bu salgının ardından şehir adeta harap hale gelir. Bunun üzerine İmparator I. Justinianus, Konstantinopolis’i baştan aşağıya yeniden inşa ettirir.
Ve zaman daha da çok geçer. Tarih artık 700’lerdir. Sasaniler Avarların saldırısına uğrar, o dönemlerde bile binlerce yıllık tarihi geçmişi olan şehir. Bir 100 yıl sonrasında ise Bulgar ve Arapların. 900’lere gelindiğinde ise Ruslar ve Bulgarların…
Dediğimiz gibi, pek çok saldırı olur bu güzeller güzeli şehri almak için. Ancak en yıkıcı olanı 1204 yılındakidir. Haçlılar tarafından yapılan IV. Haçlı seferlerinde şehir önce ele geçirilir sonra kılıçtan… Yağmalanır, yakılıp yıkılır. Hatta bugünkü Galata Kulesi’nin ikinci kez inşa edilmesinin sebebi de bu olaylar olur. Böylelikle neredeyse tamamı yoksul ve enkaz haldeki bir şehre dönüşür Konstantinopolis. Gerçi “Şimdi ikisi de Hristiyan halk, neden böyle bir şey yapmışlar?” sorusunu sorabilirsiniz. Onu da anlatalım. Batı Roma'da büyüyen Latinlerin oluşturduğu Haçlılar, Katolik Hristiyanlık anlayışını benimsemiş kimselerden oluşuyordu. Bizans'taki Hristiyanlar ise Ortodoks’tu. Kısacası tek din, iki farklı inanış biçimi oluşmuştu. Ve böylelikle bir dönemin ihtişamlı şehri yok oldu…
Ama hemen üzülmeyin. Ardından, yani 1261 yılında Paleologos Hanedanı'ndan VIII. Mihail geldi ki kendisi o dönemin Bizans İmparatoru’nun ta kendisiydi! Yeniden aldı şehri ve eski görkemine ulaşması adına pek çok çaba gösterdi.
Osmanlı’nın İstanbul’u
Size bu blog yazımızın diğerlerinden biraz daha farklı ve uzun olacağını söylemiştik değil mi? Daha neredeyse yarısını yeni bitirdik. Ancak sıkıldığınızı düşünmüyoruz. Çünkü özellikle de şimdi anlatacaklarımız bir hayli ilgi çekici. Hemen başlayalım.
Osmanlı, kurulduktan sonra İslamiyet’i seçmişti. Ve var olduğu sürece neredeyse her daim dünyanın en güçlü devletlerinden biriydi. İslamiyet dini Peygamberi Hz. Muhammed’in İstanbul için söylediği “Kostantiniye, bir gün fetholunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutandır, onu fetheden ordu ne güzel ordudur.” sözü de II. Mehmet’e kadar hemen her Osmanlı padişahının bu dini yaymak adına ellerinden gelen çabanın kat be kat fazlasını göstermelerine vesile oldu. Mesela Yıldırım Bayezid Anadolu Hisarı’nı yaptırır İstanbul Kuşatması için, ancak başarılı olamaz. Nitekim II. Mehmet’e yani 1400’lü yılların ortalarına kadar Osmanlı’nın en büyük hayali olur bu şehir. Tek emel ise İslamiyet’tir. Hal böyleyken II. Mehmet oturur tahta ve başlar hazırlıklara. 17 yaşından beri oluşturduğu planlarını sonunda devreye sokar ve 21 yaşına geldiğinde şehri kuşatır.
Ancak Bizans da bu tarz kuşatmalara karşı tecrübelidir. IV. Haçlı Seferi’nde de olduğu gibi Haliç’e zincirler gerilir. Ayrıca kaybettiği IV. Haçlı Seferleri sırasındaki hatalarını yapmayarak, bütün eksiklerini gidermiştir. Ancak II. Mehmet kararlıdır. Bu sefer bu şehir alınacaktır. Bunun üzerine önce 90 gün kadar kısa bir sürede Rumeli Hisarı’nı yaptırır. Böylece Bizans’a denizden gelen yardımlar kesilmiş olur. Yetmez, Haliç’teki zincirler için de Tophane sırtlarından Kasımpaşa’ya kadar gemileri karadan yürütür. Tam da şu noktada “Fatih’in Yürüyen Gemileri” adlı rotamıza göz atabilirsiniz. Dilerseniz yaşanan bu olayların ardından geçmiş yüzyıllara rağmen aynı deneyimi yaşayabilirsiniz.
Neyse, konumuza dönelim. Kuşatma 6 Nisan 1453 yılında başladı ve 29 Mayıs 1453 yılında son buldu. Ve II. Mehmed, Hz. Muhammed’in de müjdelediği gibi Konstantiniye’nin Fatihi oldu. Bu olayın ardından da ona Fatih unvanı verildi ve ardık Fatih Sultan Mehmet olarak anıldı. Şunu da belirtelim ki Asya ve Avrupa’yı birbirine bağlayan ikinci köprüye de bu padişahın ismini onurlandırmak adına Fatih Sultan Mehmet Köprüsü adı verildi.
Gelelim daha sonrasına. Fetihten sonra İstanbul, Osmanlı’nın Bursa ve Edirne’yi bile bir adım geride bırakacak kadar gözbebeği oldu. Osmanlı’ya bir dönem başkentlik de yapmış olan İstanbul, sayısız çeşme, sanat eseri köşk, saray ve daha niceleriyle doldu. Önce İslam’ın bol olduğu şehir anlamındaki İslambol, daha sonra da İstanbul denen şehir, Osmanlı’nın ardından da tüm dünyanın ilgi odağı oldu.
Cumhuriyetin İstanbul’u
Başöğretmen Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde 29 Ekim 1923 günü Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruldu. Osmanlı’nın başkenti olan İstanbul, değerini her zaman Cumhuriyet Dönemi’nde de korumaya devam etti ancak başkent Ankara’ya taşındı. Bugün pek çok yabancı turistin Türkiye’nin başkentini İstanbul sanması da hem bu tarihi süreçten hem de reklam çalışmalarından kaynaklıdır.
Bugün uyumayan şehir olarak da adlandırılan, gecesi ayrı ihtişamlı, gündüzü ayrı bir güzel İstanbul, tüm yoğun nüfusuna ve çarpık yapılaşmaya rağmen hala dünyanın en güzel şehri olarak gösterilir.